Yuh olsun


Vaktiyle bir beldede, dinini seven, emirlere uyup haramlardan sakının salih yaşlı bir zat varmış. Kimseye yük olmaz, kendi halinde sakin bir hayat yaşarmış. Herkesin sevip saydığı bu zatın, insanların bir anlam veremediği bir âdeti varmış. O beldede birisi öldüğü zaman, ölenlerin ardından çoğunlukla, “Yuh olsun” dermiş. İnsanlar bunun sebebini bir türlü anlayamaz ve böyle söylemesinin sırrını da bir türlü çözemezlermiş.
Mübarek, sevilen, hürmet gören bir kimse olduğu için de, söylediği sözden muradının ne olduğunu sormaya cesaret edemezler ve mutlaka bir hikmeti vardır diyerek, böyle faziletli bir ihtiyarın manasız bir davranış yapmayacağına inanırlarmış... Her nefs ölümü tadacağı için, bu zat da bir gün vefat etmiş, Hakkın rahmetine kavuşmuş ve haber kısa zamanda yayılmış. Herkes, cenazesinin kalkacağı camiye koşmuş. Cenaze namazı kılınmış ve tabut omuzlara alınmış. Tam mezara doğru götürülürken, halkın arasından birisinin hatırına merhumun meşhur âdeti gelmiş. İçinden, “O herkese ‘Yuh olsun’ derdi. Ben de ona söyleyeyim” diye geçirmiş. Hemen arkasından da; “Sana da yuh olsun” deyivermiş. Demesine demiş ama, o zamana kadar olmayan bir şey olmuş.

Omuzlardaki tabut sallanmaya başlamış. Taşıyanlar omuzlarından kayacağını sanarak daha bir sıkı sarılmışlar. Derken tabutun kapağı yavaşça açılmış ve o zat, nurani yüzüyle sözü söyleyen adama bakmış. Adamın heyecandan yüreği ağzına gelmek üzereymiş ki o zat; “Eğer ben de onlar gibi hayatı boşuna çiğnemiş, dünyada ahireti kazanamamışsam, bana da yuh olsun” deyivermiş.